Tanrı’yı Olumsuzluklara Nasıl Getirebiliriz?
Son 24 saatte ya da son bir hafta içerisinde başınıza olumsuz bir şey geldi mi? Eğer gelmediyse, mutlaka gelecektir. Çünkü Rab’bin kendisi dedi ki “bu dünyada sıkıntılarınız olacak.” Ama aynı zamanda “ama cesur olun, çünkü ben dünyayı yendim” dedi. 1 Elçi Yuhanna ise şunu söyledi: “Bize dünyaya karşı zafer kazandıran, imanımızdır.”2 Olumsuz koşullar yaşamımıza girdiği zaman tüm bu zorlukların içinde bize sadık olan Tanrı’ya güvenebileceğimizi bilmek önemlidir.
Rab dedi ki “Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.”3 Bu da O’nun sözünün hissettiğimiz her şeyden ya da yaşamımızda karşı karşıya kalabileceğimiz her durumdan daha doğru olduğu anlamına gelir. İman nedir? Tanrı’nın söylediklerinin doğru olduğuna inanmaktır.
Özellikle olumsuzluklar bizi vurduğu zaman Tanrı’nın sözünün bizim hislerimizden daha doğru olduğunu bilmemiz gerekir. Rab karşılaştığımız durumlarla başa çıkabilmek için ne kadar imana gerek duyduğumuzu söylüyor? İmanın en küçük birimi nedir? İsa dedi ki “size doğrusunu söyleyeyim, bir hardal tanesi kadar imanınız olsa…”4 Hardal tanesi küçük yuvarlak bir tohumdur. Sanırım sadece lütfundan dolayı bir hardal tanesi kadar imana ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bizim bir portakal ya da elma kadar imana sahip olmamız gerektiğini söylemediği için minnettarım!
Eğer bir şeyleri “hissediyorsak” ve bu konuda hiçbir şey yapmıyorsak, zamanla aşağıya doğru gideceğiz. Ancak o hardal tanesi kadar olan imanı alır ve kendi irademizler Tanrı’nın söylediğine inanmayı seçersek, duygularımız yüz seksen derece farklı yönde çığlık atıyor olsa bile o zaman Tanrı’ya birlikte çalışabileceği bir şey vermiş oluyoruz. O bizden kendisine iman etmemizi ister: “gözle görülene değil, imana göre yaşamamızı” 5 Kutsal Yazılar Romalılar 1:17’de “imandan imana” gittiğimizi söyler. Bizler Tanrı’nın sözüne önce birazcık inanırız, sonra biraz daha, ve ardından biraz daha güvenmeye başlarız.
Birçok kez bana “İyi bir Hristiyan böyle şeyler hissetmemeli” diyenler oldu. Ya da insanların “ben senin yerinde olsaydım böyle şeyler hissetmezdim” dediklerini duydum. Ama gerçek şu ki insan bir kez öyle hissedebilir ve o zaman ne yapması gerekir?
Bu tren modelini daha önce gördünüz mü? Motor Tanrı’nın Sözü’nü, gerçek olan Kutsal Kitap’ı temsil eder: “gerçek”. Kömür vagonu, Tanrı’nın sözüne olan imanımızı ifade eder. Ve son olarak en sondaki vagon duygularımızı temsil eder. Treni çeken en sondaki vagon değil, motordur. Duygulara sahip olmamız doğal bir şeydir. Duygusal bir varlık olarak Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldınız ve gerçekten duygularınız var. Ancak duygularımız güvenilmez olabilir. Tanrı’ya ve Tanrı’nın Sözü’ne iman etmemiz gerekiyor.
Sanırım her zaman olduğu gibi burada da en iyi örneğimiz Rab İsa Mesih’in kendisidir. Eğer çarmıha gerilmeden önce Getsemani bahçesindeki İsa’ya bakacak olursanız İsa’nın “Tanrı Oğlu böyle şeyler hissetmemelidir” dediğini görmezsiniz. “Eğer Tanrı’ya güvenseydim böyle hissetmezdim” demez. Bu metinlere baktığımızda İsa’nın tam bir duygu yoğunluğu içerisinde olduğunu görürüz. Metin der ki “Kederlenmeye, ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı…” Ve ardından “Ölesiye kederliyim” dedi. 6 Bu dönemde İsa’nın yaşadıklarını anlatan metinlere bakın. Derinden keder içerisindeydi, sıkıntı ve acı çekiyordu – bunların hepsi duygudur. Ancak tüm bu duygularının ortasında Baba’ya güveniyordu ve Baba’ya “…benim isteğim değil, senin arzun olsun” dedi.7
Duygularınızı bastırmaya ya da reddetmeye çalışmanıza gerek yoktur. Tüm bu duyguların ortasında Tanrı’ya güvenmeye başlayabilirsiniz. Eğer bunu yapabilirseniz, özgür olacaksınız.
Bunları anlatmanın ardından şimdi asıl konumuza gelebiliriz. Tanrı’yı olumsuzluklara nasıl getirebiliriz? Bunu yapmanın üç yoluna bakalım:
1. Tanrı’yı O’nu Övüp O’na Şükrederek Olumsuzlukların Ortasına Getiririz
Tanrı’yı olumsuzlukların ortasına getirmenin ilk yolu, O’nu övmek ve O’na şükretmektir. Efesliler 5:18-20 şöyle der: Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh'la dolun: Birbirinize mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyin; yürekten Rab'be ezgiler, mezmurlar okuyun; durmadan, her şey için Rabbimiz İsa Mesih'in adıyla Baba Tanrı'ya şükredin”.
Ve 1. Selanikliler 5:18’de şunu okuruz: “Her durumda şükredin. Çünkü Tanrı’nın Mesih İsa’da sizin için istediği budur.” Bence buradaki en zor sözcük “her durumda” sözcüğüdür. Benim için Tanrı’ya şükretmenin en zor olduğu zamanlar olumsuz bir durumun içerisinde olduğum ve Tanrı’ya şükretmeyi hiç istemediğim zamanlardır.
Yıllar önce duyduğum bir öykü bu konuyu anlamama ve yaşamımda uygulayacak hale gelmeme yardımcı oldu. Bir kadın ve kocası bir konuşmada yaşamlarındaki her şey, özellikle de zor şeyler için Tanrı’ya şükretmeleri ve Tanrı’yı övmeleri gerektiğini dinlemişlerdi. Eve dönerken birbirlerine şunu söylediler: “Bizim yaşamımızdaki en büyük zorluk nedir? Bu zorluk bizim oğlumuz!”
Onlara sorun çıkarmaktan başka hiçbir şey yapmayan on yedi yaşında bir oğulları vardı. Annesine, babasına ve tüm kardeşlerine her zaman zorluk çıkarırdı. Onu yola getirmek için bildikleri her şeyi yapmışlardı, ancak hiçbir şey işe yaramamıştı. Bunun sonucunda eve dönerken hayatlarında ilk defa Tanrı’ya oğulları için teşekkür edip onu övmeye başladılar.
O akşam evlerine döndüklerinde oğulları evde tek başınaydı. Evdeki her ışık yanıyordu. Şöyle dua ettiler: “Baba, oğlumuz için sana teşekkür ediyor ve seni övüyoruz. Tüm ışıklar açık olduğu için bile sana teşekkür ediyoruz.”
Bunun ardından mutfağa girdiler ve hayatlarında hiç görmedikleri bir dağınıklık ile karşılaştılar. Tezgâhın üzerinde buz tepsileri ve kola kutuları, ekmek ve mayonez, salamlar ve kurabiyeler ve bir sürü cips dağılmıştı. Durup şöyle dediler: “Rab seni övüyor ve oğlumuz için sana teşekkür ediyoruz. Sana bu korkunç dağınıklık için bile şükrediyoruz.”
Ardından oturma odasına girdiler. Televizyon açıktı, her yerde kâğıtlar, boş kola kutuları, kurabiyeler, sandviç artıkları vardı. Durup şöyle dediler: Rab seni övüyor ve oğlumuz için sana teşekkür ediyoruz. Sana bu korkunç dağınıklık için bile şükrediyor ve seni övüyoruz.”
Bütün gün, ardından ertesi gün ve bir sonraki gün Tanrı’ya şükretmeye ve oğulları için teşekkür etmeye devam ettiler. Pazar öğleden sonra birisinin yatak odalarının kapısını çaldığını işittiler. “Anne ve baba, içeri girip sizinle konuşabilir miyim?” Ve şöyle devam etti: “Anne ve baba, özellikle son zamanlarda çok düşünüyordum. Biliyorsunuz, hayatımda hatırladığım kadarıyla hep mutsuz, zavallı ve hayal kırıklığı içerisindeydim. Ve bunun acısını arkadaşlarımdan çıkaramazdım, çünkü arkadaşlarıma ihtiyacım var. Onlara iyi davranmalıyım. Öğretmenlerime de kötü davranmalıyım, çünkü en azından sınıfı geçecek kadar iyi notlar almaya ihtiyacım var. Farkına vardığım şey şu; ben tüm bunların acısını ailemden çıkarmışım. Size bir daha böyle davranmayacağımı söylemek istedim.”
Hoşumuza gitmeyen bir şey için Tanrı’yı övdüğümüzde Tanrı’yı olumsuzlukların ortasına getirmiş ve gücünün açığa çıkmasına fırsat vermiş oluruz. Bunun alternatifi durumun kapağını kapalı tutmamız ve Tanrı’nın bu olumsuzluğa girmesine izin vermememiz olurdu. Sanırım artık şükretmek istemeyecek kadar kızgınlık noktasına gelebiliyoruz. Ben yaşamımda kızgın ve her şeye içerleyen birisi olmak istemiyorum, bu nedenle Tanrı’yı övmeye ve O’na şimdi şükretmeye ihtiyacım olduğunu biliyorum.
Tanrı’yı överek ve O’na şükrederek Tanrı’yı olumsuzlukların içine çağırırız.
2. Lanetlemeyerek, Ama Kutsayarak Tanrı’yı Olumsuzlukların Ortasına Getiririz
Tanrı’yı olumsuzlukların ortasına getirmenin bir başka yolu da hiç lanetlemeden sürekli kutsamaktır. Keşke bunu çok uzun yıllar önce öğrenseydim. Başıma gelen birçok sorundan kurtulmuş olurdum!
Yakup 3:8-10 şöyle der: “Ama dili hiçbir insan evcilleştiremez. Dil öldürücü zehirle dolu, dinmeyen bir kötülüktür. Dilimizle Rab'bi, Baba'yı överiz. Yine dilimizle Tanrı'ya benzer yaratılmış insana söveriz. Övgü ve sövgü aynı ağızdan çıkar. Kardeşlerim, bu böyle olmamalı.”
Sövmekten kast edilen üç harfli sözcükler değildir. Bir şeyi kötüleyerek konuşmak, ya da hakkında iyi konuşmamak anlamına gelir. Ve “kutsama” da bunun tam tersi anlamdadır, bir şeyin hakkında olumlu konuşmak anlamına gelir. Bir kişiyi kutsama ya da lanetlemenin ne anlama geldiğini dinlediğim bir öyküde çok iyi anlamıştım:
Oregon’un Portland kentinde bir kilisenin pastörü ile eşi, oğullarıyla büyük sorunlar yaşıyorlardı. Bu sorunların doruğa ulaştığı yıllarda oğulları evden ayrıldı ve üç dört yıl boyunca ondan haber alamadılar. Bu pastör iyi tanıdığı bir Hristiyan danışmana gitti ve yüreğini ona dökmenin ardından danışman ona bakarak şöyle dedi: “Sen ne zamandır oğlunu böyle lanetliyorsun?”
İşittiği çok sert sözcükler nedeniyle şok olan pastor “ne demek istiyorsun?” diye sordu. Danışman yanıt verdi: “Lanetlemek, hakkında kötü konuşmak, ya da iyi şeyler söylememek anlamına gelir. Ve bana şimdiye kadar söylediğin her şeyde bir şekilde oğlun hakkında iyi konuşmuyorsun. Bunu ne zamandır yapıyorsun?” Pastör başını sallayıp “Sanırım ben oğlumu yaşamı boyunca lanetledim” dedi. “Hiçbir zaman, ama hiçbir zaman onun hakkında söyleyecek iyi bir şeyim olmadı.” Ve danışman “ama bu pek bir işe yaramadı, öyle değil mi?” dedi. “Hayır”.
Danışman şöyle devam etti: “Önümüzdeki iki ay boyunca sana ve eşine bir ödev vermek istiyorum. Oğlunuz ne zaman aklınıza gelirse onu kutsayın. Tanrı’nın kutsamasını onun üzerine dua etmenizi istiyorum. Evinde oğlun hakkında konuşurken onun hakkında iyi bir şey hatırlamanı istiyorum. Onun hakkında iyi bir şey söylemeni istiyorum.”
Pastör dedi ki “Sanırım kaybedecek hiçbir şeyim yok, ama kazanacak çok şey var, bu nedenle söylediğini yapacağım.” Eve gidip eşiyle konuştu, eşi de bunu kabul etti ve başladılar. Oğulları için dua ettikleri zaman onu kutsadılar. Oğulları hakkında konuşurken onun hakkında iyi bir şeyler hatırlayıp anlattılar. Bunu her geçen gün yapmaya gayret ettiler.
Bunun üstünden yaklaşık on gün geçmişti. Pastör çalışma odasında otururken telefon çaldı. Evet, doğru tahmin ettiniz. Telefonun diğer ucundaki kişi, pastörün oğluydu. Ve oğlu ona şunları söyledi: “Baba, aslında seni neden aradığımı bilmiyorum ama son bir haftadır sen, annem ve kardeşlerim bir türlü aklımdan çıkmadınız. Bu nedenle sizi bir arayıp her şeyin nasıl gittiğini duymak istedim.” Ve babası ona şöyle yanıt verdi: “Oğlum, aradığına çok sevindim.” Telefonun içinden geçip oğluna gitmemek için kendini zor tutabilmişti. Birkaç dakika sohbet ettikten sonra babası oğluna dedi ki “Yüreğinin buna elvereceğini bilemiyorum, ama Cumartesi günü öğle yemeği için benimle buluşmak ister misin?” Ve oğlu dedi ki “evet, tabi ki buluşmak isterim.”
O gün geldi. Öğle yemeği için buluştular. Oğul, eski püskü kıyafetleri içinde geldi. Saçları uzundu ve perişan görünüyordu. Eskiden olsaydı çok eleştirel ve yargılayıcı davranacak olan baba, bu defa oğlunu kabul etti, yüreğinde onu kutsadı. Oğluna sorular sordu ve yanıtlarını dinledi. Bu yemeğin sonunda oğul masanın karşısında oturan babasına bakarak “Baba, neler olup bittiğini bilmiyorum, ama seninle sohbet etmek gerçekten hoşuma gitti” dedi. Babası da “Ben de seninle sohbet etmekten çok hoşlandım” dedi. Oğlu devam etti: “Baba, belki sadece bu akşam için eve gelip geceyi eski yatağımda geçirebilir miyim? Annemi ve kardeşlerimi de görmüş olurdum. Sadece bu akşam için.” Babası da “tabi ki, gelmeni çok isteriz” dedi.
Baba günün geri kalanında oğlunu lanetlemeyi bırakıp onu kutsamaya başlamanın ne kadar büyük bir fark yarattığını gördü. O gece oğul kendi odasında yatarken babası da usulca odasına girdi ve başucunda oturdu. “Oğlum, yıllar boyunca sana kötü davrandığım için beni bağışlar mısın?” dedi. Oğlu da “tabi ki baba, seni affediyorum” dedi. Ve kollarını babasının boynuna sardı. O akşam ilişkilerinde bir onarım süreci başladı. Ama asıl başlangıç anı neydi? İlişkinin onarılmaya başladığı asıl zaman, baba ile annenin oğullarını kutsamaya başladıkları andı.
Bunun nasıl olduğunu anlamıyorum, ancak biz başkalarını kutsadığımızda ve onları lanetlemeyi bıraktığımızda Tanrı eşsiz bir şekilde bunu onurlandırır. Ektiğimizi biçeriz. Eğer lanet ve sövgü ekersek aynısını biçeriz. Eğer bereket ve kutsama ekersek, bereket ve kutsama biçeriz. Ve ben kutsama biçmeyi tercih ederdim, ya siz?
Lanetlemeden kutsayarak Tanrı’yı olumsuzlukların ortasına getiririz.
3. Bağışlayarak Tanrı’yı Olumsuzlukların Ortasına Getiririz
Tanrı’yı olumsuzlukların içerisine getirmemizin bir başka yolu da bağışlamaktır. Koloseliler 3:12,13’e bakalım: “Öyleyse, Tanrı'nın kutsal ve sevgili seçilmişleri olarak yürekten sevecenliği, iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabrı, yumuşaklığı giyinin. Birbirinize hoşgörülü davranın. Birinizin ötekinden bir şikâyeti varsa, Rab'bin sizi bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın.”
Rab’bin aramızda şikâyetlerin olabileceğini kabul etmesi, aslında hoşuma gidiyor. Ancak şikâyeti olan herkesin tıpkı Rab bağışladığı gibi bağışlaması gerektiğini söyler. Hepimiz başkaları tarafından incitildik. Sanırım bizi en çok inciten şeyler ailemizden ya da en yakın arkadaşlarımızın yol açtığı acılardır.
Benim yaşamımdaki en derin acılardan biri babamla olan ilişkimden kaynaklanıyordu. Babam kendisini seven, kendisiyle ilgilenen bir anne ve babayla büyümedi. Bunun sonucunda başkalarına sevgi ve sıcaklığını nasıl ifade edebileceğini hiç öğrenmedi. Ben babamın büyük olasılıkla beni hiç sevmediğine karar vermiştim. İşleri yeterince karmaşık değilmiş gibi babamın bir de alkol sorunu vardı. O evde büyürken gittikçe daha acıyla ve içerlemeyle dolu bir kişi haline geldim. Babamın anneme karşı davranışlarından hiç hoşlanmıyordum. Bana konuşma şeklini de hiç sevmiyordum. Birkaç defa bana karşı şiddet kullandı, ancak çoğunlukla bir diğerimi orada yokmuş gibi davranarak aynı çatı altında idare etmeyi başardık. Annemle konuşmalarımı hatırlıyorum: “Babanla bir türlü konuşamıyorum.” Eğer annem babamla konuşmayı başaramıyorsa, benim konuşamamam gayet doğal olmalıydı. Hiç böyle durumlarla karşı karşıya kaldınız mı? Benim için çok zordu. Eğer beni lisede ya da üniversite görseydiniz, babam hakkında söyleyecek tek bir iyi şeyim olmadığını anlardınız. Sanırım ondan nefret ettiğimi söylemem doğru olacaktır.
Üniversiteden ayrıldıktan iki yıl sonra bir konuşmacının 1. Yuhanna 4:8’den yaptığı alıntı dikkatimi çekti: “Tanrı sevgidir.” Ve konuşmacı bunun ardından Tanrı’nın bize sevgisinin ne olduğunu anlatmak için 1. Korintliler 13’ü kullandı. Orada “Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir” dediği zaman konuşmacı bunu “Tanrı sabırlıdır, Tanrı şefkatlidir” şeklinde okumamızı istedi. Söylemeye çalıştığı şey, Tanrı’nın bana olan sevgisinin sabırlı olduğuydu. Tanrı’nın bana sevgisi şefkatliydi. Tanrı’nın bana sevgisi her şeyi umut eder, her şeye dayanır, her şeye katlanırdı. Tanrı’nın bana karşı sevgisinin 1. Korintliler 13’deki gibi olduğunu hiç düşünmemiştim.
O toplantıdan ayrılmamın ardından babam hakkında düşünmeye başladım. Yıllar boyunca onu sevebilmem için kendisini toparlayıp içmeyi bırakmasını beklediğimi düşündüm. Ancak sanki o anda Tanrı bana başka bir şey söylüyordu: “Ney, sende çok daha fazla ışık var, sende çok daha fazla lütuf var. Babana olan sevgim şefkatli. Babana olan sevgim sabırlı. Benim babana olan sevgim her şeyi umut eder, her şeye dayanır, her şeye katlanır. Ney, senden babana doğru ilk adımı atmanı istiyorum.”
Kendi öz babama karşı Tanrı’nın sevgisini duymadığımı fark ettiğim anda gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Sanki Rab yaşamımda yeni bir şey yapmıştı, ancak eve dönüp babamla birlikte olana kadar bunun ne olduğunu anlayamayacaktım.
Birkaç ay sonra bir kabul ve sevgi duruşuyla eve gittim. Ona karşı bu kabul, sevgi ve bağışlama tavrıyla eve girdiğim zaman ne oldu biliyor musunuz? Babam bu ruhu sezdi. Ve ben ona karşı iyi olduğumda o da bana iyi davrandı. Babam nasıl sevebileceği hakkında çok bir şey bilmiyordu, ancak sevgiye nasıl karşılık verebileceği hakkında biraz fikri vardı. Kendi kendime dedim ki, eğer ona karşı iyi davranmanın bu kadar büyük bir fark yaratacağını bilseydim, bunu çok daha önce yapardım. Evde kaldığım o günlerde babam müşterilerinden birinin mağazasına gitti ve benim denemem için üç tane elbise getirdi. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı.
O yolculuğumun ardından evden ayrıldığımda Rab’bin söylediğini hatırladım: Babanı ve anneni onurlandır ki işlerin yolunda gitsin ve ömrün uzun olsun. Rab’be şöyle dedim: “Bu onurlandırma fikrini ortaya atan sensin ve şimdi bana bunu nasıl yapabileceğimi öğretir misin?” Ve Rab bana anne ve babama olan sevgimi gösterebileceğim yolları öğretmeye başladı.
Hayatımda ilk defa Rab’be annem ve babam için şükrettim. Bunun üzerinden zaman geçtikçe – ve biliyorum, bu kulağa biraz melodram gibi gelebilir – onları gerçekten de bağışlayabildim. Bir gün kendime kendime oturmuş boşluğa bakıyordum. Babam hakkında düşünmeye başladım. Babam ölse ve ben onun cenazesine gitsem, tabuta baktığımda acaba hiç pişmanlık duyar mıyım diye düşündüm. Ve bunun yanıtını düşündüğüm zaman, evet, ben de kendi çirkin davranışlarımdan dolayı hiç özür dilemediğim için pişmanlık duyarım dedim.
Bunun sonucunda yüreğimde eve gidip ondan özür dileme isteği belirdi. Babam kendisini sabit fikirli bir avukat olarak tanımlardı. Bu nedenle onunla konuşmaya gitmek oldukça korkutucu bir düşünceydi. Bu senaryoyu düşündüğüm zaman gözümün önüne yerde yatan, hiç bir şey söyleyemeden hüngür hüngür ağlayan bir kızın görüntüsü geldi.
Ailemi bir sonraki ziyaretimde televizyondaki bir futbol maçının devre arasına kadar bekledim ve babama şunu söyledim: “Baba, son zamanlarda büyüme dönemlerimi düşünmeye başladım ve yeni yetişirken ne kadar kaba ve şefkatsiz olduğumu fark ettim.” Ve bunun ardından “beni bağışlar mısın?” dedim. Bir anda bir duraksama yaşadı, ardından gözlerini kısarak bana baktı ve “Hayır” dedi: “Ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum.” Ve bunlardan birini bana anlattı. Ondan bir yanıt almamın önemli olduğunu biliyordum, bu nedenle ona “hatırladıklarından dolayı beni bağışlar mısın?” diye sordum. Bana “evet” dedi. Ve hemen ardından “bir sonraki yolculuğunda nereye gidiyorsun?” diye sordu. Bana bu soruyu daha önce hiç sormamıştı. Kapıdan çıkarken bana “eve bir sonraki gelişin ne zaman olacak” diye sordu. Ben de “21 ya da 22 Aralık” diye yanıt verdim. “21’inde görüşürüz o zaman” dedi.
Bir gün annem beni aradı. “Tatlım, baban bir kataloğa bakarken gördüğü bir şey seni hatırlattı, bu nedenle onu satın alıp kendisi paketledi, sonra da sana kargoyla gönderdi. Sana bir sürpriz gönderiyor” dedi. Bu paketi çok büyük bir sabırsızlıkla bekledim. Çünkü bunu daha önce hiç yapmamıştı. En sonunda geldiğinde kahverengi bir yolculuk kutusu içinde iki kişilik bir kahve makinesi olduğunu gördüm. Kahveyi sevdiğimi ve çok yolculuk yaptığımı biliyordu. Bu kahve makinesini ellerimde tutarken kendi kendime şöyle mırıldandım: “Rab, bu bir kahve makinesinden çok daha fazla anlama geliyor. Bu, bir ilişkinin onarılmasını temsil ediyor.”
Canım pek istememesine rağmen hardal tanesi kadar olan imanımı Rab’bin önüne getirip babamı kendi irademle bağışlamaya karar verdiğimi hatırladım. İnanıyorum ki incindiğimiz zaman kendi kendimize şu soruyu sormalıyız: Tanrı mı benim acımdan büyük, yoksa benim incinmem mi Tanrı’dan büyük? Bu sorunun yanıtını seçecekler olan bizleriz.
Yaşamda her anlamda hoş görülemeyecek birçok şey vardır, ancak bağışlanamayacak hiçbir şey yoktur. Birisi bir defasında şöyle demişti: “Bağışlamak bir tutsağı serbest bırakmaktır, sadece tutsak aslında sizsinizdir.” Babam benden hiçbir zaman kendisini bağışlamamı istemedi. Ancak bunu benden isteyen Tanrı’ydı ve bu çok büyük bir fark yarattı.
Belki de şöyle düşünüyorsunuz: “Tamam da Ney, ya benim bağışlamam gereken kişi çoktan öldüyse?” Sizin için iyi bir haberim var. Tanrı zamanla sınırlı değildir. O dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır. Bağışlamak istediğiniz kişi için söylemek istediklerinizi Rab’be söyleyebilirsiniz ve O bunu onurlandıracaktır.
Özet yapmak gerekirse, yaşamınızda bir olumsuzluk var mı? Sizi bu konuda Tanrı’yı övüp O’na şükretmeye için teşvik ediyorum.
Lanetlediğiniz birisi var mı? Duam o ki Tanrı size bunun yerine onları kutsama gücü versin.
Derinde, çok derinde canınızı yakan bir şey mi var? Tanrı size bağışlamak için ve bunu yaparak Tanrı’yı olumsuzlukların tam ortasına getirip gücünü ortaya çıkarmak için lütuf versin.
(1) Yuhanna 16:33
(2) 1. Yuhanna 5:4
(3) Matta 24:35
(4) Matta 17:20
(5) 2. Korintliler 5:7
(6) Matta 26:37,38
(7) Matta 26:39